2 yaş sosyalleşme – ‘İstanbul’ gezi

Uzun zamandır yazmıyorum aslında yazacak o kadar çok şey birikti ki…

Bu ay epey yoğun geçti. Bol bol gezdik, arkadaşlarla görüştük vs… Cep telefonlarının, fotoğraf çekmeye başlamasından çok memnunum. Kötü bir hafızam var ve sürekli bir günlük de tutmuyorum, fotoğraflar benim ajandam oldu.

Annelik, iki yaşına yaklaşırken daha bir keyif vermeye başladı. Daha uzun süreli programlar yapabiliyoruz, evden daha rahat uzaklaşabiliyoruz.

Yaşıtlarıyla artık oyun oynamaya başladı. Arkadaşlarıyla buluştuğunda hep beraber oyun oynuyoruz, büyükler kendi aralarında sohbet ederken onlar başlarının çaresine bakabiliyorlar. Bu da bendeki tedirginlik halini kaldırdığı için fiziksel olarak yorulsam da eskisi gibi gerilmiyorum.

‘Hayır’ ın önemini ve kullanım alanlarını kavradım. Dışarıda, müdahale edebileceğim bir durum varsa hayır diyorum. Eğer hayır dedikten sonra yapılmaması gereken durumu ortadan kaldırabilecek veya durdurabilecek şansım yoksa demiyorum. Mesela, kül tablasıyla oynuyorsa hayır oynama diyebilirim, çünkü sözümü dinlemezse onu ortadan kaldırabilirim. Ama deniz kenarında otururken ‘hayır suya gitme der’ ve girdiğinde buna itiraz etmezsem o laf uçup gider. ‘Hayır’ lafının arkasında duramayacağım noktalarda, yerine farklı bir alternatifle geliyorum, gel kumla oynayalım gibi. Veya suya girmesi sakıncalıysa o mekândan ayrılıyorum.

Bunun bir süre bu şekilde sağlam devam ettirince, neticesi muhteşem oluyor. Geçenlerde fark ettim ben de… Bir kafeye gittik, arkadaşlarımızla buluşacağız, geciktiler. Ben masaya oturdum, o da arabalarını aldı boşlukta oynuyor. Bir iki alıp başını gitmeye yeltendi, dur gitme burada oyna dedim. Ve yaklaşık yarım saat gayet medeni bir şekilde yerde, benim oturduğum masada oyalandı, karşılıklı bir şeyler içtik, sohbet ettik.

Bu da ayrı bir komedi kısa da olsa sohbetlerimiz oluyor artık. Çiçekler, ağaçlar renkleri, açmaları, büyümeleri, köpeklerin su içmesi, arabaların tekerleklerini dönmesi gibi… Minik çok tekrarlı, bol şaşırma nidaları olan mini sohbetler… Bunda da kitapların çok faydası olduğuna inanıyorum. Hatta televizyonun. Okuduğu, seyrettiği veya gördüğü, sırası önemli değil, ne kadar farklı araçlardan gelirse o kadar çok ilgisini çekiyor.

Mesela favori oyuncağı bir kirpiydi. Ama kitaplarda, etrafta, televizyonda çocukların elinde hep ayı olduğu için etkilendi ve kendi halinde bekleyen diğer pelüş oyuncaklardan ayıyı günlük hayatına soktu. Onu yediriyor, dans ettiriyor, yıkanması için lavaboya atıyor vs.

Bir de anne rol modeli var. Bu da ayrı bir sorumluluk. Gerçi daha başıma keşke dedirtebilecek bir olay gelmedi ama yakındır hissediyorum. Tahminimden de öte gözlemciler bu çocuklar. Olmadık zamanlarda bir ayna gibi kendinizi karşınızda buluveriyorsunuz. Olay hayır demekle bitmiyor. Onu, kendi yaptığım bir şeyi yaparken bulduğumda nasıl yapma diyebileceğim ki?

Ben değil başkası için de aynı şey geçerli. Geçenlerde bizim ufaklıkları buluşturduk. Benim için dışarıda, parkta, çimlerde, oyun alanlarında yere oturmak normaldir. Çocuğuma da laf etmem, hatta oynuyorsak ben de çömerim. Ama bizimkinin arkadaşının annesi titiz. Ben farkında değilim çocuğa habire yere oturmamasını söylerken biz yerde araba sürüyoruz. Haliyle o da geldi oturdu yanımıza. Biz iki anne bir an göz göze geldik, gülmeye başladık. Ne dersin ki şimdi…

Bebeklik zamanlarını, kendi iş yüküm açısından baktığım için özlemiyorum. Ama bu zamanlarını özleyeceğim sanırım. Konuşmaya başlayıp anne, yerden kalkar mısın lütfen demesine az kaldı…

Resmen evden kovuldum

Bugün, uzunca zamandır görüşmediğimiz bir arkadaşım geldi. Geçenlerde rüyasında görmüş bizim oğlanı, özlemiş atladı geldi sağolsun. Programım da, program yapasım da yoktu pek de iyi oldu…

Neyse eve girdi, bir merhaba diyebildik. Başladılar bizimkiyle oyuna, ben de etrafı toparlıyorum, yok içecek birşeyler koydum ama bir baktım bunlar odaya geçmişler. Gittim yanlarına odadan kovuldum. Elleriyle itti beni odanın dışına, sanki kendi arkadaşı gelmiş…

İlk defa anne gibi hissettim. Anneler öyledir ya istenmezler arkadaş ortamında, işte ondan oldu… Ben resmen anneyim artık, hediyemi aldım.

İsimleri çok benziyor diye, bizimki bübe ismini takmış kankasına. İkna etmek içinde, karşısına oturtmuş, işaret parmağını gözüne sokacak nerdeyse, gayet ciddi bübe diye tekrar ediyor ismi… ‘İkimizin de adı Mustafa, o zaman senin ki Kemal olsun’, sabah da bahçede karga kovalamıştık zaten, atam izindeyiz…

Neyse, benimle ilgilenen yok madem, eczaneye uğramam da lazım bari dışarı çıkayım dedim. Sordum, ikisi de halinden gayet memnun git dediler. Beni kapıya (kadar geçirip değil) götürüp el salladırlar, yani postaladılar. Ben gidince de bizim odaya gidip, yatağın üstünde zıplayarak heyyoooo bübbeeee diye sevinç nidaları atmış sıpa…
Nasıl gönderdik anneyi, ev bizim diye….

Döndüğümde nerdeyse bozuk atacaktı. Beraber araba sürmüşler, basket oynamışlar, resimler yapmışlar. Bübe talimatlara uymadığında uyarısını da almış ama.

Bugün gerçekten şaka gibiydi. Tamam sevdimi çok sıcak kanlıdır, büyükleri de oyuna davet eder, ilgi istediğinde çeşitli şaklabanlıklar yapar ama bu kadarını hiç yapmamıştı.

Fotoğraflarını çektim beraber, kafa kafaya vermiş kendilerine bakarken bizimki git bübeyi öp, öyle böyle değil.

Kaç zamandır normal süte geçmeye çalışıyordum, çocuk sütünü, çilekli, muzlu ne varsa denemiştim ama kabul etmemişti. Bu akşam çocuk sütü verdik aldı ve paşa paşa içti.

Şok üstüne şok, her eve bir bübe lazım diyorum, her derde deva… (bübe de, blog tutmaya başlamış http://www.enacemiusta.com/)

Vay başıma gelenler

Yaklaşık 3 aydır bir nezle, öksürük, balgam silsilesidir gidiyor. İlk bir hafta ilaçsız nezleyle başa çıkmaya çalıştık, derken doktora gittik göğsü de hırıldıyormuş, şu ilaca başladık. Bir hafta daha geçmedi, olmadı bu ilaca derken 1 ayı tamamladık. Velhasıl bir alerji ilacına başladık bizi rahatlattı, sadece az da olsa gece öksürükleri kaldı.

Anladık ki alerjikmiş. Doktorumuz alerji testleri için 2 yaşını beklemek gerektiğini, bu aylarda yapılacak tahlil sonuçlarının negatif çıksa bile alerjik olmadığını göstermeyeceğini anlattı.

Neyse anneler günün de sanırım şifayı kaptık. İki gecedir burnu tıkalı ama akmadığı için bol ağlamalı, bölük pörçük uykuyla idare etmeye çalışıyoruz. (belki de anneler günü çiçek trafiği azdırdı alerjisini bilemiyorum)

Bu arada yemekleri de renklerine göre seçmeye başladı. Yeşil olan pişmiş yemekleri yemiyor ama kırmızı, turuncu olanları yiyor. Havuç, portakal, mandalina; kırmızılardan domates, çilek, kuru yabanmersini ve şimdi de çiğ kırmızıbibere başladık.

Ama gel gör ki, bu sabah ki kırmızıbiber acı çıktı. Zaten bütün gece ağlamaktan bitap düşmüş, bir de sabah sabah yazık acı biber verdi sevgili annesi. Onun üstüne de nasıl titreyerek ağlıyor, ben de vicdan azabından…

Her şerde bir hayır vardır derler, öyle de oldu… Acı burnunu bir güzel açtı, çeşme çalıştı, genzi açıldı, öksürük bitti, bir rahatladı. Ben de bunu vesile bilip içimi rahatlattım. (yanlış anlaşılmasın, kesinlikle tavsiye etmiyorum, ben de bir daha asla vermem. Biber faslı bir süreliğine kapanmıştır)