(Foçalı) Bir arkadaşım yaz tatilini geçirmek üzere kocası, çocuğu annelerine gitti. Gittiklerinden beri de, ‘ne işiniz var sıcaklarda İstanbul’da, atlayın gelin’ diyordu. Çocukla tek başına yolculuk ve tatilin zor olacağını düşündüğüm için de heveslensem de yeltenmemiştim. Anneme hayıflandım, o da bize eşlik etmeyi teklif etti. Vakit kaybetmeden atladık uçağa gittik.
Ben lise çağlarındayken maaile giderdik, ama uzun zamandır yolumuz düşmemişti. Tesadüf Rock Festivali de varmış. Epey kalabalıktı. Buna rağmen kimse kimseyle burun buruna değildi.
Sahil boyunca iskeleler kurmuşlar, Eski Foça’nın her yerinden denize girilebiliyor, büyük avantaj oldu bize de. İskeleden ayağı basmadan denize girmekten pek hoşlandı. Garantili olsun diye bir de simit taktık, denizde özgürlüğünü ilan etti, kendi başına yüzmeye başladı.
Diğer sayfiye yerleri gibi, sahil şeridi oteller tarafından parsellenmediği için de her yer senin, ufkun geniş ve o kısıtlanmış, hapsedilmiş duygusu olmuyor. Biz gitmeyeli beri bir turisti bile evinde hissettiren, davetkâr bir tatil kasabası olmuş.
Kent merkezinde (Büyük deniz tarafında) Liberty diye bir apart otelde kaldık (küçük, kendi halinde, temiz bir aile işletmesi). Kaldığımız odanın, minik bir mutfağı, büyükçe gölgelik balkonu, bir yatak odası, bir salonu vardı. Rahatça yerleştik, kolayca bir ev düzeni kurduk. Hemen karşısındaki muhtelif iskelelerden denize girdik. Bir de merkeze yakın olunca, Foçalılarla da iki muhabbet, bir sohbet derken, biz de bir haftalığına Foçalı olduk. İstanbul’daki hayatıma nazaran epey sosyalleştik. Hal böyle olunca, tatilin tek odağı çocuk olmaktan çıktı, o da rahat etti biz de.
Anneyle (anneanne) tatile gitmenin nimetlerinden de faydalandık. Pratik lezzetli yemekler, hızlı çözümler, çay saatleri filan kendi başıma üşendiğim her türlü konforu sağladı bize. Akşamları, çay içelim bahanesiyle kasaba kahvesinde oturup kız muhabbeti yaptık. Bir tek sahilde çekirdek çıtlamadığımız kaldı…
Tatil gereği bir sağlık sorunumuz da oldu elbet, adet yerini buldu. Bir hafta süreyle kakasıyla kan geldi. İstanbul’a dönünce hemen bir çocuk cerrahına göründük. Kabızlık nedeniyle çatlama olmuş, ben de gördüm nasıl olduysa bıçakla kesilmiş gibi. Aman geçer ne olacak ki dedik, ama kulağıma küpe olan şu, kan varsa illaki doktora bir görünmek lazımmış. Gene de şükür önemli bir şey değilmiş.
Ayağımızın tozuyla bir de düğüne katıldık.
Bunlar yaptıklarımız, bir de yaşadıklarım var… Anne hissettim kendimi, o teyzeler vardır ya hani…
Foçalının kuzeni vardı, biz üniversitedeyken o daha 7 8 yaşlarındaydı. O da rock festivaline gelmiş arkadaşlarıyla, bıçkın üniversiteli bir delikanlı olmuş. Uzun zamandır da görüşmüyorduk pek sevindim, gene yanaklarını sıkıştırasım geldi. Ama çocuk ne hatırlasın o zamanları, onun için aynı şey değil tabii. Bir an duraksadım, annenin arkadaşları gelir de, ‘aman da ne kadar büyümüşsün…’ vık vık anlatırlar sen de durursun, bana da ondan oldu, o teyze oldum ben…
Keza düğünde de, nikahtan sonra alkış, sonrasında sessizlik tebrikler filan, benimki oradan bağırıyor ‘anni bi daha’…. tam bir sohbet açılıyor benimki tabana kuvvet arazi, ben de peşinden. Süslü püslü yanımda sırt çantası içinden poşet çıkıyor yemek yediriyorum. Yok ayakta altını değiştiriyorum… Kokteylde, hoş tebessümlerle edepli sohbetler edilirken,’kapattık kardeşim’ dercesine biz elimizde süpürge mekanı temizliyoruz…
Sonun da ben de elinde poşeti, poşetinde yemeği, bankta oturup çekirdek çitleyen teyze oldum 🙂